Popülist Kültür

  • Popülizm
    • Popülizmin Amentüsü
    • Popülist Kültür Bildirisi
  • Düşünce
    • Tarih
    • İslam
    • Siyaset
    • Entelijansiya
    • Psikoloji/Sosyoloji
    • Yurt Meselesi
    • Sokak/Gündelik Hayat
  • Popülist Sanat
    • Şiir
    • Hikaye
    • Sinema
    • Müzik
  • Dernek
    • Biz Kimiz?
    • Dernek Üyeliği
    • Faaliyetlerimiz
    • Popülist Kültür’den
    • Ses Kayıtları
  • Arşiv
  • S.S.S.
  • İletişim-Ulaşım

CHP’nin halkçılığı kötüymüş

22 Ocak 2012 by Hakan Arslanbenzer Leave a Comment

Sait Çakar, Fayrap aleyhinde mutad çirkinliklerini yazmış gene. “Adımız sanımız” müstearlı biri de altına yorum girmiş. Yorum “Bunlar herkes elitist bir tek biz popülistiz; CHP halkçılığı kötüydü, bizimki iyi” dediğimizi iddia ediyor. İnternetin böyle bir çirkinliği var işte. Ben Fayrap‘ta iki sene boyunca popülizm merkezli başyazılar kaleme aldım ve bu yazıların birkaçında Türkiye’de halkçılığın tarihiyle ilgili bazı notlar da yazdım. Sonuçta halkçılık tarihini yazmak vazifem değil ama bu notların yazılması da lazımdı. Bu notlarda mantık olarak halkçılığın geçmiş formlarının başlatıcı olmakla birlikte bugün aynen tekrar edilemeyeceği ana fikri vardır. Yani milliyetçilerin ve daha sonra sosyalistlerin katkılarından söz ettim, ama bugün her ikisinin de geride kaldığını, zamanın ve halkın değiştiğini, siyasi suların da değiştiğini; dolayısıyla da yeni gözlemlerin yeni fikirlerle taçlanması gerektiğini anlattım. İttihat Terakki ve CHP halkçılığı kötü, biz iyiyiz gibi bir şey ileri sürmedim. Eksiklerini, bugün geçerli olmayacak yanlarını dile getirmişimdir. Normal olarak. 2011’in Güngören’inde, Avrupa’nın orta yerinde İttihat ve Terakki halkçılığını aynen savunmamı bekleyemezsiniz değil mi? Ki İttihat Terakki halkçılığı için milliyetçilik demek yanlış olmaz. Bunu sosyoloji ve siyaset de aşağı yukarı böyle kabul ediyor. Yerli ve yerelin değeri İttihat Terakki vb. Meşrutiyet dönemi popülizmleri sayesinde günışığına çıkmıştır. Ama soyut tarafları çoktur. Mesela günlük konuşma diliyle şiir yazmak, sıradan halkın ağzından konuşmak ideası vardır. Mehmet Emin Yurdakul ve Ziya Gökalp bunun şiirde örneklerini vermiştir. Ama Yurdakul şiirinde halk konuşması icattır, soyuttur, tanıdık değildir. Halka izafe edilmiştir. Mehmet Akif şiirinde konuşansa halktır gerçekten de. Çünkü Yurdakul tüm halkı soyutluyor ve tanımadığı bu insanların ağzından iyi niyetli biçimde de olsa tanımadan konuşuyordu. Akif ise realist gözlemleri sayesinde tanıdığı insanları, yani İstanbul Fatih mahallelerinin insanlarını konuşturmuştu. Bu tür gözlemleri çoğaltmak mümkün. Biz deriz ki gerçekçi halkçılık verilerini elde tutarak yeni gözlemleri, yeni bilgileri, yeni meseleleri devreye sokmak icap eder. Halkın değişmeyen, yaşlanmayan, hep aynı masal kahramanı olan bir tek kişi olmadığını bilmemiz lazım. Halk insanlar demektir ve insanlar geçen zaman içinde kuşaklar, bölgeler, gruplar halinde değişir. Akif’in mahalle halkıyla bugünkü insanlar arasında birçok benzerlikler var ama bire bir özdeşlik söz konusu değil. CHP ve devam eden dönemin mesela 1960’ların sosyalistlerin halkçılarının özellikle halkın ekonomik durumu ve Türkiye’nin ekonomik yapısı konusundaki katkıları öğreticidir. Ama aynen tekrara elverişli değildir. Üstelik Marksist-Leninist klişecilik bu birikimi tahrip etmiş, tahrif etmiştir. Sosyalist düşüncenin popülizm birikimi bizim adını sürekli andığımız, düşüncelerinden yararlanırken komplekse kapılmadığımız belli sol düşünürleri bile dışlama yoluna gitmiştir. Hikmet Kıvılcımlı acil devrim ihtiyacını karşılamak için söylemini değiştirmediğinden dolayı biraz dışarıda bırakılmıştır. 1968 Kuşağıyla Kıvılcımlı’nın ilişkisi limonidir. Kemal Tahir geçen zaman boyunca gittikçe sağda görülmüştür. İdris Küçükömer bugün nerdeyse sol bile kabul edilmiyor. Bunların altında bu insanların Batı’daki mahfillere göre hareket etmeyip kendi halkının iyiliği için gereken neyse onu düşünen, söyleyen, yapan insanlar olması yatıyor. Hikmet Kıvılcımlı, Abdülhamit’in Batı emperyalizmini kavrama konusunda İttihatçılardan çok daha tutarlı ve bilinçli olduğunu yazması idelojinin nasıl bir kenarda bırakılabildiğine örnektir. Kemal Tahir solda pek beklenmeyen bir şeye girişmiş, tarihi kullanma yoluna gitmiştir. Muhafazakarlığın alameti farikası sayılan tarihi. Ya da İdris Küçükömer bugün artık tamamen ayrı bir anlam verilen sivil toplum düşüncesini Türk halkının karakteri ve talepleri nedir, gibi bir sorunun cevabını bulmak için kullanmıştır. “Adımız sanımız” bizim düşünceyi bilmediğimizi söylüyor. Doğrusu, Batılı kuralları takmadığımız için bu iltifatı alıyorsak sağolsun var olsun. Yok kendi memleketimizin yarattığı özgül düşünceden habersiz olduğumuzu iddia ediyorsa bu biraz ölçüsüzlük olur. Size bundan sonra da Batılı kaynaklara dayalı bir popülizm/halkçılık anlatacak değiliz. Hayat bu şekilde devam edecek.

Filed Under: Siyaset Tagged With: chp, hakan arslanebenzer, halkçı, halkçılık, siyaset

Neden halkçı değil popülist?

19 Eylül 2010 by Hakan Arslanbenzer Leave a Comment

Yeni Destan yerine Neo-Epik dediğim gibi Halkçılık yerine Popülizm diyorum. Nasıl ki “yeni destan” akla “Yeni Türkü”, “Çağdaş Türkü”, “Yeni Bütün” gibi goşist çevreleri akla getirecek idiyse, Halkçılık terimi üzerinde de Kemalistlerin ipoteği var. Kelimeler uzayda var olmazlar, onları kullananlar şekillendirir ve anlamlandırır. Konuyu biraz bu yönden kurcalayınca popülizm teriminin dünyada gelmiş geçmiş bütün halkçılık türlerini yakınlaştıran bir terim, İngilizce de olsa İngiliz dili sınırlarıyla ilgisi olmayan bir terim olduğunu gördüm. Güncel siyasette ve sanat alanında sevmediğim adamlar başkalarını, genellikle halkın sempati duyduğu kişi, siyaset ve etkinlikleri popülist olmakla suçluyordu. Popülistin karalığı çarpıcıydı, popüler ve elitin aklığına karşı. Yarı şaka yarı ciddi, Fayrap’ın logosunun altına “Popülist edebiyat dergisi” yazdım. Bizi suçladıkları şeyi üstlendim yani. Neden popülizmle suçluyorlardı bizi? Çünkü biz kendimizi ayırıp bir fildişi kule edebiyatı iddiasıyla ortaya çıkmak yerine, ana karaya veya okyanusa ulaşmak, hiç değilse yaklaşmak çabasında bir yazı yazıyorduk. “İnsanların seviyesine iniyor”duk. Zaten halk en genel manada yaşayanlar, insanlar, hepimiz demek. Tek özelliği yaşamak olanlar. Süsü, takıyı inkar ediyorduk. Bu da bizi elitistlerin popülizmle suçladığı yere getiriyor. Adı konmuş, resmi, tamahkar bir siyaset yapmadığımız için “kültür”ü ekledik ve Popülist Kültür doğdu. Maksat bir mevkii elde etmek değil, ayrıcalıksız ve var olanla bütünleşmiş bir sanat, siyaset, kültür, düşünce algısı, çabası, ortaklığı ve ortamı yaratmak. Yani hem bir etiketiniz olmayacak hem de var olacaksınız. “Şair” olmadan iyi şiir yazılabileceğinin bir örneğini vermek istemiştim ben hep. Bunu tam olarak başardığım söylenemez. “Şair”lerden biri olarak görülüyorum. Ama yirmi yıl sonunda bugün Popülist Kültürün başarılmaya aday olduğunu görüyorum. Bu kimsenin değil çünkü artık. Ben yok, hatta biz yok, hepimiz varız. Önce anlamak gerek. Bunun için de biraz aynaya bakmamak gerek.

Filed Under: Popülizm Tagged With: hakan arslanbenzer, halk, halkçı, halkçılık, popülist, Popülizm

Ezoterizm ve halkçılık

21 Ağustos 2010 by Hakan Arslanbenzer Leave a Comment

Burayı ve genel olarak popülist kültür, popülist edebiyat yolunu felsefi ıvır zıvırı konuşun, tartışın, kukumav kuşları gibi, diye açmadık. Cahit Zarifoğlu bu lafı, yani kukumav kuşlarını “Türkiye darül harp midir, darül İslam mıdır?” tartışması için söylemiş. Siz gidin kukumav kuşları gibi tartışın bunu demiş. Bunun anlamı bir şey yaptan ibarettir. Bir şey yap iyi bir şey olsun. Yok kesin doğru nedir, ondan emin olabilir miyiz, Taraf gazetesinden kuşku duymama şansımız yok mu, Pınar Selek hayırhah biri olamaz mı, ruh ve nefs nedir, ne değildir, halk depresyona girer mi? Bunları ömür boyu kukumav kuşları gibi tartışabilirsiniz. Tartışmayın veya tartışamazsınız demem. Umrumda bile olmaz. Ben ordan geçmiş biriyim (sadece) ve bunun için umrumda değil bilhassa. Nasıl bilebiliriz, insan bir şeyi nasıl biliyor; bilmekle yapmak ilişkisi nedir… ben yıllarımı bu soruya verdim. Felsefe sıfır Fener iki diyorum şimdi. Bundan nasıl emin olabiliriz diyene de girişmem sonuçta. Ama gitsin fildişi kulesinde takılsın bu soruya lütfen, ben ordan ineli çok zaman geçiyor. Benim de sorularım var, ama bunlar hep hayatta kalmakla ilgili. Günlük ekmek, bir isim ve şeref sahibi olmak ve bizimkilerin ötekileri yenmesiyle ilgili hususlar.

İsmail Pelit ve Hakan Çoban’ı özellikle uyarıyorum. Burada ezoterizme yerimiz yok maalesef. İnatları basiretleriyle örtüşmüyor ayrıca. Mesela ruh meselesinde doğru ve yanlıştan öte ruh ve nefs meselesi olmaz. Sana ruhtan soruyorlar ayetinin yorumu uzun ve dolaşık hikayedir ve bununla zevk etmek, orta sınıf eğlencesi yapmak isteyeni o çok sevdiği kitap kokusuyla rahat bırakıyoruz biz. Ben böyle durumlarda Akif veya Kemal’e bakarım. Akif “Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına” demiş. Ruh ayetinin popülist bir yorumu diyebiliriz buna kısaca. Ya da Cahit Zarifoğlu “İçimize koyduğun sesle” demiş. Aynı şey. İçimize konan bir ses var. Bunu duyuyoruz. Ama analizini tam yapamıyoruz. Şimdi, o sese kulak mı vereceğiz, sesin frekans ölçümünü mü yapacağız? Bu aslında bize Batılığın reddini de mümkün kılan bir meseledir, felsefesizlik imkanıdır. Popülizm felsefesizlik demektir ve o anlamda düşüncenin de reddidir. Bunu hazmedemeyenler olabilir.

Felsefenin nefse ait bir uğraş olduğunu düşünüyorum şahsen. Felsefeyle çok az, şiirle çok uğraşmış biri olarak da şiirin nefse ait bir uğraş olmasına rağmen nefsten kaçmaya da yeri olan bir uğraş olduğunu bilirim. Şiir en azından Türkçede dille dolayımsız bir ilişki demektir ve Namık Kemal bize dilin zihinle, zihnin de insanla özdeş olduğunu söyler. Dervişin fikri neyse zikri odur. Benim kafam açlığa ve şerefe çalışıyor. Bunun için şair olmamı sağlayan kitabın adı Namus’tur mesela. Bir namus olmalı diye düşündüm, daha çok da istedim. Namus nedir, antik Yunandan beri incele… gibi bir şeyle de hiç alakası yoktur. Namus kaybedildiği zaman duyulan bir şey. Nasıl ki gönlümüzü dertlenince hissediyorsak, namusu da namussuzluk karşısında veya namusumuz lekelenince hissediyoruz.

Halkın felsefesi ne? Ben harman yerinde anneme sormuştum bunu 1993te. Çok yokluk gördük oğlum, artık karnımız doysun istiyorum dedi. O sıra ben bunun dışında sanıyordum kendimi. Aç değildim, annemler sayesinde. Ama sonra sınıra geldim. Tek amacım iyi şiir yazmaktı. Namus kitabımdaki şiirleri yazdığım kritik dönemde iyi şiir yazmanın benim gibi çapulcu, baldırı çıplak, yani kara halktan biri için mümkün olmadığını; ancak bana yakışan, namuslu bir şiir yazabileceğimi, bunu da namusun peşinde koşarsam yakalayabileceğimi gördüm. Namus da öyle ezoterik orta sınıf eğlenceleri gibi imge kovalamaya benzemiyor açıkçası. Bir adam zengin diye bağırıp çağırıyor, diğer adam fakir diye gözlerini kırpıştırarak, başını önüne eğerek, kollarını içe bükerek dinliyor. O anda, orada meleklerin kanat çırpışlarını filan duymuyorum ben. Hissiz ve kabayım böyle şeyler karşısında. Kimsin lan sen deme ihtiyacım daha fazla. O zengin adamın kanına susuyorum ben. Zengin adam, büyük takım, güçlü ülke, sistemli çalışma, başarı hikayesi… bir büyük bok var, bir de küçük bok.

Büyük boklarla uğraşmak isteyen ezoterik arkadaşları kafa patlatamayacağımız (2010 bunun için çok geç bir tarih, kıyamet kopmaya yakın yahut biz öleceğiz, ki aynı şey, annemin tabiriyle küçük kıyamet) sorularla, yorumlarla takoz olmamaya davet ediyorum. Bu meselelerle uğraşınız, ama burada değil. Ayrıca deneyim felsefeyi pataklar. Bir Atlılar toplantısında Emine Edibe’nin ezoterik itirazlarına artık tahammülüm kalmadığı için “Evet, uzun şiir kısa şiiri döver, napalım” demiştim. Yeterince kaba olabildiğim için şiirde bir şey yapabildiğimi, bir şiirim olduğu için de şairliği terk edip işçiliğe sığınabildiğimi; tam aksine, o kabalığı gösteremeyenlerin hala şairlik peşinde olduklarını ve şiir falan yapamadıklarını görüyorum. Sempatik değil ama doğruydu yaptığım şey. Nedir doğru, diye başlamayın lütfen. Yaşanabilir olan doğrudur. Bazen kusurludur bazen bizzat haramdır yaşanabilir olan. Sizin gibi ezoterik kalasın tekiyken iyi bir şey kötü başlamaz, yanlış doğru olmaz diye düşünüyordum. Maide suresi bize bunun böyle olmadığını, kötüden iyiye dönme olduğunu söylüyor; ama ben yaşayınca gördüm, ayeti de ondan sonra anladım. Ruhmuş nefsmiş, beden yahu. Önce bedene bir dokunalım, ruhuna nefsine gelir sıra gelecekse. Şimdilik, kimin umrunda.

Buraya anarşizm tasavvuf halkçılık yazdım. 9-10. yüzyılların popülizmi tasavvuftu İslam toprağında. Çünkü kargaşa vardı ve sıradan adamın bir melceye ihtiyacı oldu. O zaman Hasanı Basri hazretleri gibi şahsiyetler çıkıp halkı kargaşadan çektiler. Abdülkadir Geylani’nin iki milyon müridi olduğu söylenir. Mısrilik, Mevlevilik, Cerrahilik gibi trişkadan nağmelerle bir alakası yoktu tasavvufun. Bir edebiyat değildi tasavvuf denilen şey. Sof giymekti nerdeyse işin özü. Kaba kalın bir kumaş. Atlas giymiyor yani. Fakir. Kemik tasavvuf böyledir. Geçti o devirler. Padişahlara layık bir sanat oldu tasavvuf. Güzel, doğrusu, Uyan ey gözlerim gafletten uyan, Azrailin kastı canadır inan.. ilahisi. Anarşizm ise 19. yüzyıl Avrupasının isyancı düşünceleri arasında önceliklidir, iktidara çevirebildiği dolaplar sayesinde. Ama artık onun da geçerliği yok. Ne tasavvuf gibi geri çekilmek zorundayız ne anarşizm gibi en ileri hatlarda vuruşmamız gerekir. Toparlamak lazım direksiyonu. Bu da büyük parçayla önce kafalarımızda bütünleşmekle olur. Popülist kültür bu amaçla çıkılan bir yoldur. Bizler halkın yazarları filan değiliz. Henüz değiliz ya da. Halkı unutmuş, kendi bacak arasına bakıp kukumav kuşları gibi düşünen, hayalat ve musavverat eflakinde tayyar kullar arasında bizi var eden, yaşatan büyük organizmayla bağ kurmaya çalışıyoruz. Halkın niteliğini tartışmanın faydası yok. Pratik çünkü. Hep söylüyorum, halkı analiz etme ukalalığı sizi ele veriyor. Halkı niye analiz edesiniz. O sizi bir görüşte tanıyor. Onun musunuz, kendinizin misiniz, buna karar vermek hakkınız. Ama bana lolo yapmayın. Ben halkın adamıyım. Benim gibilerle devam edeceğim. Böyle.

Filed Under: Popülizm Tagged With: ezoterizm, hakan arslanbenzer, halk, halkçı, halkçılık

Kendine müslüman, kendine halkçı

30 Temmuz 2010 by Hakan Arslanbenzer Leave a Comment

Bir kendine müslümanlar var, buna Türk sağı diyoruz. Bir de kendine halkçılar, buna da Türk solu.Halkın Günlüğü diye bir blog gördüm, bakın… Ne kadar önyargıları, kalıpları, darkafalılıkları, sınırlılıkları, sığlıkları varsa bu blogda bulabilirsiniz. Yukarıya bir Che posteri as, aşağıya Kemal Kılıçdaroğlu resmi koy; Tekel işçilerinin eylemini alkışla, Başbakana atıp tut, Dersim’e link ver, İbrahim Kaypakkaya etiketi en büyük puntoyla görünsün… Sadece estetik ve makyaj, üstelik de 2010’da 1972 estetiği, makyajı ve cilası. İbrahim Kaypakkaya neden TKP ve PDA yollarından ayrıldı; ve neden Aydınlık Yolu kendine örnek aldı? Bana bunun cevabını verebilecek ilk solcu kemalist kardeşime Cuma namazı ısmarlıcam. Şaka bir tarafa; Hikmet Kıvılcımlı ve İbrahim Kaypakkaya gibi popülist-komünistlerle bu yeni zaman cicilerinin ne alakası var, tam anlayamıyorum. İslam korkusu ne zamandan beridir halkçılığın, komünistliğin beslenme kaynağı oldu? Ne Latin ülkelerinde ne Doğu ülkelerinde (ki komünizmin en iyi yerleştiği, halkçılığın adeta imanın şartlarından olduğu ülkeler de bunlardır) Katoliklik ve Sünnilik komünistlerin şer odağı, öcüsü, günah keçisi olmamıştır. Ama yerlerine gelen soytarılar yaz günü kaprilerini giyip soğuk biralarını yuvarlarken böyle saçmalayabilirler.

Bakın dediğim blogta adam Hamas’a bir sürü atıp tutuyor. Hamas’ın derdi seni mi gerdi diyesim geldi okurken. Çoğu da yalancı Batı medyasının sıkmaları. Hamas ya da FKÖ.. mesele Filistin halkının, yani halkımızın Filistin bölüğünün başına gelenlere karşı koymak olmadıktan sonra siz iki lafla Hamas’ı batırsanız, sağcılar da eskiden beri yaptıkları gibi FKÖ’yü batırsalar kaç yazar. Şartlanmış köpekler gibi solun her ak dediğine kara demeyi marifet bilen 1980 öncesinin sağı geberdi gitti. Yerine sağın her ak dediğine şartlanmış köpek gibi kara diyen sol geldi. Savunma hücum hücum savunma oldu; solcu kemalist babamın tabiriyle ayaklar baş başlar ayak oldu. Beni hiç ilgilendirmiyor. Halka bakıp bizim halkımız onların halkı, iyi halk kötü halk diye ayırmaya başlayan her sahte halkçı halkçılığın ilk düşmanıdır. Yüzde 30 ile yüzde 70’in kavgası asılsızdır. Yalandır, üçkağıttır ve bazı çıkarlar devam edebilsin diyedir. Hele solcu kemalistler, kaprilerinden ve soğuk biralarından vazgeçemedikleri için böyle vırt zırt ederler. Hikmet Kıvılcımlı ömründen, İbrahim Kaypakkaya hayatından vazgeçti. Onlar bizim partimiz onların partisi, bizim halkımız onların halkı, bizim gazetemiz onların gazetesi diye bir ayrımı bilmiyorlardı. Düzenin partileri, düzenin gazeteleri ve düzenin işbirlikçi sosyal tabakaları biliyordu onlar. Hikmet Kıvılcımlı, İhtiyat Kuvvet kitabında Türkiye’nin Doğu bölgeleri üzerinde, yani bugünkü adıyla Kürt meselesinde zalim olduğunu söylerken bile dünya sistemi karşısında mazlum millet olduğunu bir kere daha ihsas eder. Kapri giyen bira içen denyo bunu nasıl anlayacak? Anlamayacak. Çünkü halkçı olunmaz zaten, yalandan. Halkçı doğulur. Kendine müslüman, Allah satan sağcılarla kendine halkçı, Alevi satan kemalistler arasında zerre fark yoktur. İkisi de pabucumu yesinler. Gazze işgal altında veya Hamas kötü de; lan denyolar Şeria işgal altında değil mi, FKÖ Hamas’tan ayrı ve başka durumda mı? Bunlara sopa bile az, anlamayanlara. Ama anlatacağız. Ve daha sağlam araçlar bulacağız bunun için. Gazze bizim Şeria bizim, FKÖ’nün Hamas’ın günahları, CHP ve AK Parti’ninkiler gibi kendi boyunlarına.

Filed Under: Popülizm Tagged With: hakan arslanbenzer, halk, halkçı

Açılış Mesajı

19 Temmuz 2010 by Melek Arslanbenzer Leave a Comment

Blogun kuruluş amacı, spordan siyasete, müzikten edebiyata, gündelik hayata, matbu yayınlardan medyaya her türlü alanda popülist bir anlayış içinden konuşmak ve gündemi yeniden, kendi bakışımızla kurgulamaktır. Adından da anlaşılacağı gibi popülist kültür popülist olma iddiasındadır. Popülizmden anladığımız ne bir çeşit halk nostaljisi yaratmak, ne de halk övgüsüne bulanmak değildir. Popülizm her şeyden önce halkın referansları ve bilgeliği üzerine kafa yormaktan başlar.

Tabii ki burada sözkonusu olan halk Türk halkıdır. Batılı anlamda bir folklorizm bizim savunduğumuz anlayışın neredeyse tam tersidir. Bizim burada yapmayı hedeflediğimz şey; binaların, giyim kuşamın, belli ritüellerin, bayramların, evlenmelerin yapısını incelemek ya da çözümlemesini yapmak değildir. Popülizm en çok popüler ve folklor kavramlarıyla karıştırılıyor. Halbuki ikisinin de belli açılardan tam karşıtı. Popülerin karşıtı olmasının sebebi nicelik bildirmekten oldukça uzak olması; folklorun karşıtı olmasının sebebi ise halka ait unsurlarla bir inceleme araştırma konusu olarak değil tam tersine araştırma inceleme ve anlamanın bir yöntemi olarak ilgilenmesi.

Popülizmin yaygınlaşması; bir anlayış, bir okuma ve hatta hayat önerisi olarak sunulması asıl hedefimizdir. Blog, yaygınlaşmayı sağlayacak ve derdimizi anlatmamızı kolaylaştıracak bir araç olarak görünüyor. Fakat yapacaklarımız blogta yazılıp çizilenlerle sınırlı değil. Eylül ayından itibaren İstanbul’da her ay bir ya da birkaç kişinin hazırlayıp sunacağı konuşmalar tertiplenecek. Bunların tarihleri ve yerleri en kısa zamanda blogtan duyrulacaktır.

Popülist Kültür bir girişimdir, herkesin katılımına açık bir girişim. Herkes diyoruz ama bir evrensellik iddiası taşımıyoruz. En basit haliyle yoksul ve zengin, sömürülen ve sömüren ayrımında ilkinin tarafını tutanların başlattığı ve katılımcılarını da böyle bir ayrıma göre belirleyecek bir girişim. Popülizm en temelde bundan başka bir şey demek değil zaten.

Filed Under: Popülist Kültür'den Tagged With: halk, halkçı, halkçılık, popülist, popülist kültür derneği, Popülizm

YORUMLAR

  • Çöp sosyolojisi (Cihangir & Çarşamba) | Ali Mendillioğlu için tutku dağ
  • Münafık edebiyatı için Ali
  • Türk şiiri nereye gidiyor? için Mustafa Nurullah Celep
  • Türk şiiri nereye gidiyor? için Mustafa Nurullah Celep
  • Sünni türkü dinledim mi? için Mehmet Özcan

ETİKETLER

15 Temmuz Abdullah Kibritçi Ali akyurt Avangard Yayınları Azınlıkçılık darbe devrim elyesa koytak eren safi esma güneş fayrap fayrap 87 fayrap kasım Fazıl Baş fenerbahçe gezi hakan arslanbenzer halk halkçı halkçılık istanbul kültür politikaları melek arslanbenzer muharrem ertaş murat küçükçifci popülist popülist kültür popülist kültür derneği popülist müzik popülist psikoloji popülist sinema popülist sosyoloji popülist şiir Popülizm psikoloji sinema tarih türkü yahya arslan yunus bilge özdemir üsküdar üç türkü İslam İslamcılık şiir

Arşivler

Copyright © 2018 · Metro Pro Theme on Genesis Framework · WordPress · Log in